Ümmetin Emini - Ebu Ubeyde Bin Cerrah -1-

Halil Kara


Peygamber Efendimiz (sav)'in "ümmetin emini" buyurduğu, Hz. Ömer'in "Yaşıyor olsaydı, halife tayin ederdim." dediği bu kutlu, Aşere-i Mübeşşere'den biridir. Amvas'ta şehit olacağı ana kadar ki hayatına bir göz atalım. 

Ailesi
Asıl adı Âmir b. Abdullah b. Cerrah olan Ebu Ubeyd’e b. Cerrah, tarih boyunca künyesi Ebu Ubeyde ve dedesine nispeti İbni Cerrah ile meşhur olmuş ve hep öyle anıla gelmiştir. Soy kütükleri Hz. Peygamber (sav)'in onuncu, Ebu Ubeyde'nin yedinci dedesi olan Fihr’de birleşir.

İslam’a girmesi ve hicreti
Ebu Ubeyde, Allah Resulü (sav)'nün "Daru'l­ Erkam"a çekilmeden önce, Hz. Ebu Bekir'in gayretleriyle, Osman b. Maz'un, Ubeyde b. Haris, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Selam b. Esat (ra) ile birlikte Müslüman olmuştur, İslâm tarihinden hareketle yapılan hesaplamalara göre Ebu Ubeyde, Müslüman olduğunda 27 yaşındadır. Mekke döneminde müşriklerin eziyet ve işkencelerinin artmasını müteakip, aldığı izinle Habeşistan'a yapılan ikinci hicrete katılmış, bir müddet Habeşistan'da kaldıktan sonra Medine'ye hicret etmiştir. Böylece o, dini uğrunda iki ayrı beldeye hicret eden sahabeler arasında da yerini alır. Rivayetlere göre Nebiler Sultanı (sav)Mekke’de onu Salim Mevla Ebi Huzeyfe ile Medine’de Muhammed B. Mesleme ile kardeş kılmıştır. Başka rivayetlerde vardır.   Efendimizin Medine de Müslümanların birbirini gözetip kuruması için kurduğu kardeşlik meşhur olmuşsa da daha önce Mekke de ki Müslümanlar arasında bu kardeşlik kurulmuştu. Örneğin: Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’i, Hz. Osman ile Hz. Abdurrahman B. Avf’ı, Talha B. Übeydullah ile Zübeyr B. Avvam’ı Sad B. Ebi Vakkas ile Mus’ab B. Umeyr’i ve Ebu Ubeyde B. Cerrah ile Ebu Huzeyfe’nin azatlı kölesi Salim’i kardeş kılmıştı.

Ayrışma günü: bedir ve iman ordusu

Seriye kumandanı veya tebliğ memuru olarak görevlendirildiği dönemler hariç, hayatı boyunca İnsanlığın İftihar Tablosu'nun yanından hiç ayrılmayan Hz. Ebu Ubeyde, Hz. Peygamber (sav)'in katıldığı bütün savaşlara iştirak etmiştir. Bütün bu savaşlarda gösterdiği cesaret ve kahramanlık müsellem olmakla birlikte, onun Bedir'de başından geçen şu olay, ibret olması açısından zikre değer bir özelliktedir: İki tarafın durumu 17 Ramazan 2 H./13 Mart 624 M. Cuma sabahı iki ordu Bedir'de karşılaştı. Araplar öteden beri hep kabilecilik gayretiyle savaşmışlardı. Bu savaşta ise din uğrunda aynı kabilenin insanları birbirleriyle çarpışacak, kardeş, amca, yeğen, hatta baba-oğul birbirlerini öldüreceklerdi. Müslümanların sancaktarı Mus'ab b. Umeyr'in kardeşi Ebu Aziz, Kureyş'in bayraktarıydı. Utbe b. Rabia’nın oğullarından Velid kendi yanında, ikinci oğlu Ebu Huzeyfe müminlerin arasındaydı. Hz. Ebu Bekir'in bir oğlu Abdullah kendisiyle beraber, diğer oğlu Abdurrahman ise müşrik saflarındaydı. Resulullah (sav)’in amcalarından Hz. Hamza kendi yanında, diğer amcası Abbas ise karşı tarafta yer almıştı. Hz. Peygamberi ömrü boyunca himaye etmiş olan amcası Ebu Tâlib'in bir oğlu Hz. Ali Müslümanlar içinde, diğer oğlu (Ali'nin kardeşi) Akil ise müşrikler safında bulunuyordu. Resulullah (sav)in ilk hanımı Hz. Hatice'nin kardeşi Nevfel ile damadı (kızı Zeynep'in eşi) Ebu'l-As müşrikler içinde yer almışlardı. Ebu Ubeyde, ölümü unutmuş korkusuz bir yiğit edasındaydı. O zarif delikanlı, şimşek kesilmişti. Ele avuca sığmıyor, sanki meydan kendisine yetmiyordu. Çok geçmeden müşriklerden biri özellikle onu takip etmeye başlamıştı. Karşısına çıkıyor, hızını kesmeye çalışıyor, kendisiyle dövüşe zorluyordu. Ebu Ubeyde’yi her gören ve onun hızına yetişememekten çekinen müşrik silahşorları ondan uzak durmaya çalışırken bu kişi peşini bırakmıyordu. Ebu Ubeyde, onu her gördüğünde ustaca bir manevrayla sıyrılıyor, önüne gelen hiç kimseden çekinmezken ondan sıyrılmayı tercih ediyordu. Hasmı kovalamayı bırakmıyor, o ise önündeki bu engeli her seferinde hızlı manevralarla geçiyordu. Bu kovalamaca bir müddet devam etti. Sonunda bu kişinin isteği olmuş, Ebu Ubeyde’yi sıyrılıp çıkamayacağı bir noktada hapsetmişti. Ebu Ubeyde arkadaşlarından, cihad’dan kopmanın eşiğine gelmişti. Yeniden arkadaşlarının yanında yer alması, cihad meydanında kendine düşeni yapması için bu kişiyi geçmesi gerekiyordu. Önündeki yollar kapanıp, müminlerle arasına set çekilince kararını çok çabuk verdi. Hasmından uzak durmaya çalışan Ebu Ubeyde, birden ok gibi fırladı, şimşek gibi çaktı. Hasmı yerdeydi. Onu geçtikten sonra yeniden din kardeşleri, iman mücahitleri ile omuz omuzaydı. Cihad meydanında esmeye devam etti. Yere serdiği bu amansız hasım kimdi dersiniz? Öz babası, Abdullah İbn Cerrah…  Verdiği imtihan onun için büyüktü. Ama o,savurduğu kılıç darbesiyle yalnız babasını öldürmemişti. Babasının şahsında şirki, dalaleti, sapıklığı, azgınlığı, hak yolun önüne set çeken zihniyeti öldürüyordu. Bu, imanı kana, et ve kemiğe tercihin en güçlü ifadesiydi.  Çok geçmeden Mücadele Süresi’nin son ayeti vah yediliyordu: "Allah'a ve ahi ret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Resulü’ne düşman olanlara dostluk ettiğini göremezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah katından bir ruh ile desteklenmiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbidir. İyi bilin ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah'ın hizbidir." (Mücadele-58/22) ayetinin bu vesile ile nazil olduğu rivayet edilir ki burada Ebu Ubeyde'nin hususî manada Allah neslindeki konumunu görmek mümkündür. Meseleye, sahabe imanı ve sahabe aksiyonu perspektifinden bakıldığında, bir insanın iman uğrunda yeri geldiğinde, babasını bile öldürmekten çekinmemesi aslında yadırganacak bir olay değildir. Fakat bunu, her şeyi materyalist bir çizgide değerlendiren, kalpleri hep o çizgide yönlendirilen, iman, aksiyon ve maneviyat ikliminden oldukça uzak yaşayan günümüz nesillerine anlatmanın, daha doğrusu idrak ettirmenin zorluğunu kabulleniyorum.

Uhud günü

Ebu Ubeyde, Uhud Savaşı'nda Allah Resulü (sav)’nühiç terk etmeyen sahabelerden biridir. Savaş ortasında Müslümanlar arasında yaşanan sarsıntı sonucu, Peygamber Efendimiz (s,a,s)'in Uhud'un eteklerine doğru çekildiği esnada, O'nu korumak için etrafında halka teşkil eden, 14 cesur sahabi arasında Ebu Ubeyde de vardır. Uhud ve Ebu Ubeyde yan yana gelince, onun, Efendimiz (s,a,s)'in mübarek yanaklarına batan miğfer parçalarını dişleri ile çıkarmasını hatırlamamak mümkün değildir. O, yaptığı ısrarlar sonucu Hz. Ebu Bekir'den bu iş için izin alır ve dişleri ile miğfer parçalarını Efendimiz (s,a,s)'in yanaklarından çıkartır. Ebu Ubeyde'nin bu ameliye esnasında iki dişi kırılmış, fakat bu durum, (sahabinin, hemen bütün kaynaklarda yer alan ifade ve itiraflarıyla) onun güzelliğine ayrı bir güzellik katmıştır.

Ümmetin emini olarak adlandırılması

Hudeybiye başta olmak üzere bütün anlaşmalarda şahitlik görevi yaptığı ve Beytü'l­ Mal’de çalıştığı bilinmektedir. Yemenlilerden bir grup Allah resulüne müracaat ederek ya Resulullah bizlere bir öğretmen göndersen de bizlere Kuran’ı ve sünneti öğretse dediler. Bunun üzerine Allah resulü Ebu Ubeyde’nin elini tutarak ‘’Her ümmetin bir emini vardır, benim ümmetimin emini de Ebu Ubeyde B. Cerrah’tır’’ diyerek onu öğretmen olarak tebliğ eri olarak Yemenlilerle göndermiştir. Ebu Ubeyde’nin eminliğinin ikinci kez Allah resulünün mübarek lisanı ile âleme duyurulması başta Buharı ve Müslim olmak üzere birçok kaynakta görmekteyiz. Hicri dokuzuncu yılda Medine’ye necran Hıristiyanlarından bir heyet geldi çeşitli konularda Allah resulüyle görüştükten sonra İslam’ı kabul etmeyeceklerini lakin cizye verebileceklerini Allah resulüne belirttiler. Necran heyeti cizye toplama memuru olarak ve aralarındaki çeşitli ihtilaflarda hâkim sıfatı ile bulunacak güvenilir birini kendileriyle göndermelerini istediler. Allah resulü heyetin bu talebine karşılık şöyle buyurdu: ‘’size ashabım arasında güçlü, sağlam, emin ve güvenilir birini rehber olarak göndereceğim.’’ Buyurdu. Bundan sonrasını Hz. Ömer şöyle anlatır: ‘’ Allah resulü öyle güzel vasıflarla dile getirdi ki ben anılan o vasıflarda olmayı ne kadarda arzu ederdim.’’ O gün öğle namazına erkenden geldim ön safta yerimi aldım Allah resulünün beni hemen fark edebileceği bir yerde oturdum. Efendimiz geldi namazı kıldırdı ve cemaate doğru döndü o mübarek gözleri ile birini aramaya başladı ben hafifçe kalkıyor onun beni görmesini sağlamak için çaba gösteriyordum. Ama o iki saf arkada bulunan Ebu Ubeyde’ye ’’gel ey ümmetimin emini Necranlılarla birlikte git ve aralarındaki her türlü ihtilafı adaletle çözüme kavuştur’’ dedi.Hz. Ömer bugün bu vasıfların sahibi olmadığına üzülmüş, Ebu Ubeyde’nin Allah resulünün yanındaki değer ve kıymetini de anlamıştı. Gün gelecek Hz. Ömer öğrendiği bu kıymetten dolayı Ebu Ubeyde gibi adamlara sahip olmayı yeryüzünün en kıymetli hazinesi olarak dile getirecekti, diyecekti ki ‘’ Temenni ederim ki bu oda dolusu kadar Ebu Ubeyde B. Cerrah’ım, Muaz ibn Cebel’im, Ebu Huzeyfe’nin mevlası Salimim gibi adamlarım olsun. Onlarla Allah’ın kelimesini buralardan ötelere taşıyabileyim.’’ Buradan anlaşılıyor ki Hz. Ömer en önemli meselenin adam meselesi olduğunu görmüş ve bunu dile getirmiştir. Başka bir rivayete göre Abdullah B. Amr B. As ise bir gün onun değerini şöyle ifade edecekti ‘’ Kureyş halkı içerisinde üç kişi vardır ki bunların yüzleri güzel ahlakları noksansız, akılları selim kalpleri ise metindi. Bu üç kişi: Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman ve Ebu Ubeyde B. Cerrah’tır.’’ demiştir.

KAYNAKÇA

1-İbn-Sad Tabakat
2-İbn hacer isabe
3-Asrı Saadet
4-Tablolar
5-Şerafeddin KALAY(Peygamber Dostları)
6-Muhammed Emin YILDIRIM                                                                    
7-Ahmet KURUCAN (Yeni Ümit)                                                                
8-Dinibil.com

halilkara6565@hotmail.com

Yazarın Eski Yazıları